Ayetlerin Sırları - Müzemmil-8
Allahû Tealâ buyuruyor ki:73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ (tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.
ve uzkur: Ve zikret.
isme: İsim
rabbi-ke: Rabbinin ismini.
ve tebettel: Ve gönülden bağlan, yönel, ulaş.
ileyhi: Ona.
tebtîlen: Tam bir yönelişle, herşeyden kesilerek.
"Herşeyden kesilerek, herşeyi devredışı bırakarak sadece Allah'ı zikrederek, Allah'ı düşünerek, Allah için olarak O'na ulaş.
İnsanla Allah arasındaki ilişkiler 7 safhada tecelli eder.
1- Allah'a ulaşmayı dilemek.
2- Mürşide ulaşıp tâbiiyet.
3- Ruhu Allah'a doğru yola çıkarıp O'na ulaştırmak. (Ruhu Allah'a ulaştırmak, ruhu Allah'a teslim etmek demektir.)
4- Fizik vücudu Allah'a teslim etmek.
5- Nefsin kalbindeki bütün afetleri yok ederek nefsi Allah'a teslim etmek.
6- Muhlis olmak, Tövbe-i Nasuh'la tövbe etmek.
7- İrşad makamına " irşada memur ve mezun kılındın" cümlesiyle, Allahû Tealâ tarafından tayin edilmek (iradeyi Allah'a teslim etmek).
7safha 4 teslim içerir. Ruhun teslimi, vechin yani fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi ve iradenin teslimi. Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesi, bu teslimlerden sadece 1.'siyle ilgili bir âyet-i kerimedir.
"Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek Allah'a (O'na) ulaş."
Acaba herşeyden kesilerek Allah'a biz mi ulaşacağız, fizik vücudumuz mu ulaşacak? Herşeyden kesilerek Allah'a ulaşacak olan nefsimiz midir? Hayır, nefsimiz ruhumuzun Allah'a ulaşması için afetlerinin yarısının terkedilmesi, yok edilmesi gerektiği için burada devreye giriyor.
Doğuşumuzdan itibaren bizimle beraber olan nefsimizin kalbi %100 afetlerle doludur: Öfke, kin, kıskançlık, haset, isyan,, iptilâlar düşmanlık... Her türlü negatif faktör nefsin afetleri arasındadır. 19 grup afet... Ruhumuzda tamamen hasletlerden oluşmuştur.
Nefsimizde öfke var, ruhumuzda sükûnet.
Nefsimizde kin var, ruhumuzda hoşgörü.
Nefsimizde düşmanlık var, ruhumuzda dostluk.
Nefsimizin kalbindeki bütün negatif faktörlerin pozitif karşılığı ruhumuzdadır. Ama Allahû Tealâ nefsimizin bütün afetlerinin yok olmasını ve yerine ruhumuzun hasletlerinin gelip nefsimizin kalbini tamamen kaplamasını ister. Kim daimî zikre ulaşırsa, nefsinin kalbinde afet kalması mümkün değildir. O kişi daimî zikirle iradesini Allah'a teslim etme noktasına kadar ulaşır.
Müzemmil Suresinin 8. ayet-i kerimesi:
1- Allah'a ulaşmayı dilemeyi ihtiva eder.
2- 14. basamakta mürşide ulaşıp tâbiiyeti muhtevasına alır.
3- Vücudumuzdan ayrılan ve Allah'a doğru yola çıkan ruhumuzun Allah'a ulaşmasını muhtevasına alır.
Sonraki fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, irşad olmak yani muhlis olmak ve iradenin teslimi; Müzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinin muhtevasında değildir.
Olayları yaşıyoruz. Herşey, Allah'a ulaşmayı dilememizle başlıyor. Biz Allah'a ulaşmayı dilemezsek hiçbir ma-nevî tekâmül bizim için gerçekleştirilemez. Bu tekâmülü gerçekleştirebilmek şarta bağlıdır. Kim ne zaman Allah'a mülâki olmayı dilerse manevî tekâmül bundan sonra başlar.
Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin ruhunu Allah, Kendisine ulaştırır ama bunu kulu yapmış gibi kulunu mükâfatlandırır.
Hâlbuki kul hiçbir güçlük çekmemiştir; sadece bir dileğin sahibi olmuştur: "Yâ Rabbi! Ben ruhumu Sana ulaştırmayı diliyorum." demiştir.
Dilediği zaman Allahû Tealâ derhal harekete geçmiştir.
O kişinin kalbine %2 rahmet nuru göndermiştir, kişi huşû sahibi olmuştur.
O zaman hacet namazını kılıp mürşidini Allah'tan sorma yetkisinin sahibi olmuştur, mürşidini sormuştur ve Allahû Tealâ ona mürşidini göstermiştir.
Mürşidine ulaşmıştır, tâbî olmuştur.
Bir insan mürşidine tâbî olduğunda ruhu vücüdunu terkederek Sıratı Mustakîm'e ulaşır. Yani 7 kat gökleri aşacak olan kafilenin içine girmiştir; erkekse erkekler safına, hanımsa hanımlar safına girmiştir. Buradan itibaren ruh, diğer ruhlarla birlikte 7 katlık bir yolculukta bulunacaktır 7. katın 7 tane âlemini aşacaktır, zikir hücrelerinde zikrini tamamlayacaktır; oradan Sidretül Münteha'ya ulaşacaktır ve dikey bir yolculukta Allah'ın Zatı'na vasıl olacaktır. İşte bu seyr-i sülûktur. Yani insan ruhunun (o ruh Allah'ın ruhudur) vücudundan ayrılıp gerçek sahibi olan Allah'a geri dönmesi işlemidir.
Allahû Tealâ'yla olan ilişkilerinizde Allah'ın sizlerle olması söz konusudur. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah derhal müdahale eder, derhal devreye girer. Çünkü kişiyi kurtuluşa ulaştıracak olan şey, Allah'a ulaşmayı dilemesidir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmus salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn (muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânu şiyeâ (şiyeân). kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn (ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
Günümüzdeki 72 fırkanın hiçbirisinin cennete ulaşması söz konusu değildir. Sadece takva sahibi olan, o tek fırkadır. Allah'a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek fırka!
Ruhun Allah'a hayattayken ulaşabilmesi için, Muzemmil-8'in muhtevası budur: "Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ (tebtîlen): Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş."
İnsanın ruhunu Allah'a ulaştırması söz konusudur. Ruh, Allah'ın ruhudur. Allah'tan gelmiştir, Allah'a hangi şartlar içinde olursa olsun mutlaka dönecektir.
Bir insan öldüğünde ölüm melekleri gelecek, Azrail (a.s.) ve takımı, evvelâ mitekondrileri hareketsiz hale getirecektir. Ölüm melekleri, ölen kişinin ruhunun Allahû Tealâ'ya ulaştırılması istikametinde vazifeli kılınmıştır. Bu ölüm melekleri, o kişinin ruhunu beraberlerine alarak 7 kat göklere çıkarlar, Sidretül Münteha'ya ulaşırlar. Orada ruhu serbest bırakırlar. O da dikey bir yolculukla, sahibi olan Allah'ın Zatı'na ulaşır, Allah'ın Zatı'nda yok olur.
Allah ile olan ilişkilerinizde, sizde bir emanetin var olduğunu hiç unutmyacaksınız. Bir emanetiniz var. O emanet ruhtur ve ruh, Allah'ın ruhudur. O ruh bize üfürülmüştür.
Allahû Tealâ diyor ki: "Biz insana ruhumuzdan üfürdük. O üfürülen ruh Benim ruhumdur. Onu geri istiyorum ve siz geri getirmeyeceksiniz.
Siz sadece bunu dileyeceksiniz.
Ben onu Kendime geri alacağım ama buna karşılık siz Bana ulaşmayı dilediğiniz için sizi mükâfatlandıracağım. Kim Bana ulaşmayı, ruhunu ulaştırmayı diler de (Benim ruhumu Bana ulaştırmayı diler de), bunu diledikten sonra ölürse onu 1.kat cennetime alırım. Yaşar, mürşidine tâbiiyetini gerçekleştirir ve ruhu vücudundan ayrıldıktan sonra ama Bana varmadan evvel ölürse 2. kat cennetin sahibi kılarım onu.
Eğer yaşarsa, 7-8 aylık bir devre zarfında Ben o kişinin ruhunu Kendime ulaştırırım ve kim böylece Bana ruhunu ulaştırmış olursa, o zaman o, 3. kat cennetimin sahibi olur."
Ruhunu Allah'a ulaştıran bir kişinin ölmesi; ne zaman ölürse ölsün, bu muhteva tamamlanmışsa, kişi o noktaya kadar edindiği zikir alışkanlığını devam ettirmişse ömrü boyunca o kişinin gideceği yer mutlaka 3. kat cennettir.
[post_ads]
Peki, kişi ne yapmıştır da buraya ulaşmıştır? Hiçbir şey.
Sadece bir tek dileğin sahibidir bu kişi. Allah'a mülâki olmayı yani ruhunu hayattayken Allah'a ulaşmayı dilemiştir ve bu dilekle bu kişi Allahû Tealâ'nın yolunda bir hedefe ulaşmıştır. Ruh, Allah'ın "İrciî ilâ rabbiki: Rabbine geri dön!" emri üzerine Rabbine geri dönmüştür.
Allahû Tealâ diyor ki:
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh (mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
Fecr-27, 28, 29, 30; 3 vücuda da hitap ediyor. Ruha hitap ediyor, nefse hitap ediyor, fizik vücuda da hitap ediyor.
Nefs tezkiyesi, nefsin kalbinin %49 fazıllarla, fazl adlı nurla, %2 de rahmet nuruyla dolması mânâsına gelir. Nefsimizin kalbi, doğuşumuzdan itibaren %100 afetlerle doludur, ruhumuzun kalbi ise hasletlerle.
Ne var ki; Allah'a ulaşmayı dilediğimiz zaman ruhumuz vücudumuzdan ayrılmak üzere hazır hale geliyor ama henüz ayrılmıyor.
Allah bizi mutlaka mürşidimize ulaştıracaktır.
Tâbî olduğumuz anda ruhumuz da vücudumuzu terkedip ana dergâha ulaşacaktır.
Oradakilerle beraber seyr-i sülûk isimli yolculuğu gerçekleştirecektir.
Seyr-i sülûk'ta ruhumuz kendisiyle beraber yolculukla eden diğer ruhlarla beraber, evvelâ 1. kata kadar çıkacaktır.
Diğerleri üst katlara çıkacaktır; o orada bekleyecektir. Diğerleri geri dönerken onu da beraberlerine alarak ineceklerdir.
Burada otlar üzerinde secde edilir. Açıkta bir secdedir bu.
Sonra kişi nefsinin kalbinde %7 nur birikimini gerçekleştirdiği noktaya kadar bu vetire devam eder.
Sonra nefsinin kalbi ikinci bir %7 nurla dolar. Allahû Tealâ birincisine "Nefs-i Emmare" diyor.
Nefs tezkiyesi, nefsimizin kalbinin sıfır nurla başlayıp zikirle, Allah'tan gelen nurların nefsimizin kalbinde yerleşmesiyle gerçekleşir.
Kişi bunun için mürşidine tâbî olmak mecburiyetindedir. Tâbiiyetini Allah'tan sorarak gerçekleştirmek mecburiyetindedir. Allah'tan Allah'a ulaşmayı dileyen kişi mürşidini sorar.
Bu kişinin mürşidine ulaşabilmesi için kişinin mutlaka kalbine Allahû Tealâ'nın %2 rahmet nurunu göndermiş olması lâzımdır.
Rahmet nurunun bu kişinin kalbine girmesi için ise o kişinin Allah'a ulaşmayı dilemesinden sonra huşû sahibi olması gerekir.
Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin göğsünü yarar, göğsünden kalbine bir nur yolu açar. Daha sonra da o kişinin zikri üzerine o kişinin kalbine %2 rahmet nuru gönderir. Salâvât nurları, evvelâ %2 rahmetini taşır. Bunun için Allahû Tealâ'nın o kişinin göğsünü yarması, göğsünden kalbine bir nur yolu açması lâzımdır. İşte Allahû Tealâ bunu yaptığı zaman, o kişinin kalbine %2 rahmet nurunu gönderir. Bir dilek bunun için yeterlidir. Kişinin kalbine rahmet nuru gelir; kalbin içinde %2'lik bir nur olarak kalır. Bunun %3'e %4'e çıkması mümkün değildir. Onlar öncü kuvvetlerdir, nefsşn kalbine bir girişi ifade ederler. Bundan sonra nefsin kalbine girecek olan nurlar, fazl nurlarıdır.
Fazılların nefsin kalbine girebilmesi için önce nefsimizin kalbine %2 rahmet nurunun girmesi şarttır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
57/HADÎD-16: E lem ye'ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikun (fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşu duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
İşte Muzemmil-8'deki "Vezkurisme rabbike" burada ifadesini buluyor. "Allah'ın ismiyle zikret!"
Allahû Tealâ buyuruyor ki: "O kişinin kalbinde Allah'ın zikriyle ve bu zikirle Hakk'tan inen nurla huşû oluşması zamanı gelmedi mi?" Böyle bir huşû, kişiye mürşidini Allah'tan isteme hakkı doğurur.
Allahû Tealâ diyor ki: "Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ (tebtîlen): Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na dön!" Bu âyet, açıklamasını yaptığımız âyettir.
Bir insanın ruhunu Allah'a ulaştırabilmesi için nefsinin kalbine bu başlangıçtaki %2 rahmetten sonra %49; 7defa %7 fazl nuru girmesi lâzımdır. Bunların girebilmesi ise kişinin ancak mürşidini Allah'tan sormasıyla ve ona ulaşmasıyla mümkündür. İşte kim Allah'tan mürşidini sormuşsa, ona ulaşmışsa Allahû Tealâ diyor ki: "Onların kalplerinin içine îmânı yazarız ve başlarının üzerine Allah'ın katından ruh göndeririz."
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû'munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâdallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehumve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh (minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtinel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh (anhu), ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn (muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
Bir insan Allah'a ulaşmayı dilediğinde Allahû Tealâ katından bir ruh gönderiyor.
O ruh, kişinin başının üzerine geldiği zaman o kişinin ruhuna diyor ki:
"Senin Allah'a ulaşma günün geldi.
Vücudunu terket ve bu vücuttan ayrıl.
Senin Allah'a geri dönme zamanın geldi.
Bu kişinin vücudunu kaplamak üzere gelmedik biz.
Biz devrin imamının ruhuyuz.
Senin başının üzerinde yere paralel olarak uzanmak üzere geldik, seni korumak üzere geldik."
Devrin imamının ruhu, önden arkaya doğru uzanmış bir şekilde o kişinin başının üzerinde yerini alır. Ömrü boyunca o kişinin başının üzerinde kalacaktır. Peki yalnız mı kalacaktır? Hayır, o kişi ileride Allahû Tealâ tarafından bir ruhla daha desteklenecektir, iki ruhla beraber salâh makamına ulaşacaktır ve de kendi ruhu, devrin imamının ruhunun yanında yer alacaktır. "İrşada memur ve mezun kılındın."
cümlesiyle irşad makamına tayin edildiği zaman, kişinin başının üzerinde 3. bir nur oluşacaktır. Başlangıçta o kişinin başının üzerinde hiç ruh yoktur. Sadece kendi vücudunda kendi ruhu vardır. Mürşidine tâbî olduğu zaman kendi ruhu vücudundan ayrılır, ana dergâha ulaşır. Devrin imamının ruhu ise kişinin başının üzerine gelip yerleşir. Allahû Tealâ bu kişinin kalbinin içine îmân kelimesi yazar. "Onların kalplerinin içine îmânı yazarız." diyor. Niçin yazıyor? Çünkü îmân kelimesi, o kişinin kalbinde Allah'tan gelecek olan nurlardan fazılların karşıt kutbunu oluşturur ve karşıt kutuplar birbirini çekecekleri için fazıllar kalbe yerleşir.
Allah'ın katından zikirle gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarından rahmet nurları, başlangıçta %2 kalbe girebilir, ondan sonra girmesi mümkün değildir.
Bundan sonra girecek olan nurlar, nefsin kalbinde %7, %7 birikecek olan fazl nurlarıdır, fazıllardır.
Bu fazıllar o kişinin kalbini bütünüyle dolduracaktır. %2'den sonra %98'e kadar fazl nuruyla nefsin kalbi %100 nurlarla dolacaktır.
Ama Muzemmil-8'in muhtevası, nefsin kalbinin %2 rahmet nurundan sonra %49 fazl nuruyla donanmasına kadarki olan devreyi ifade ediyor.
Zikir, Allah'ın katından kişinin göğsüne, göğsünden de kalbine salâvâtla-rahmet ve salâvâtla-fazl isimli 2 grup nur getiriyor.
Allahû Tealâ tâbî olduğu anda kişinin kalbine îmân kelimesini yazmıştı.
Gelen nurlardan fazıllar, îmân kelimesinin etrafında toplanırlar. %7'lik bir toplanma tamam olduğu zaman kişi Nefs-i Emmare'ye ulaşır.
Yani ruhun zemin kattan 1. gök katına çıkması için gök kapılarının açılması bu noktada sağlanır.
Kimin kalbinde %2 rahmet nurundan sonra %7 ilk fazl oluşursa, o kişinin gök kapılarından 1.'sini açma ehliyeti oluşur ve 1. gök katının kapısı, otomatik açılır. Ruh, diğer ruhlarla beraber zemin kattan 1. gök katına ulaşır ve orada secde eder. Oraya kadar çıkabilir. Bu kişi zikrini artıracaktır. Artan zikirle beraber kişinin ruhu 2. gök katına kadar yükselecektir. Burası Nefs-i Levvame'dir. Nefs-i Emmare, şerri emreden nefstir:
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm (rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).
Hz. Yusuf: "Ben nefsimi ibra edemem, temize çıkartamam. Çünkü nefs bana şerri emreder ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç." diyor.
Rahîm esması, Allahû Tealâ'nın o nefsin kalbine onu tezkiye edecek nurları göndermesine sebebiyet verir. Bu muhtevada, fazl nurları kalbe gelmeye başlar ama bunun için kişinin mutlaka mürşisine tâbiiyeti gerekir. Tâbiiyetle beraber ruh vücuttan ayrılarak ana dergâhtan 1. gök katına kadar çıkabilir. Sonra kişi daha çok zikretmeye başlayacaktır. Zikri gerekli seviyeye yükseldiği zaman kişinin ruhu 2. gök katına yükselecektir. Bu, Nefs-i Levvame'dir. O kişinin nefsini levmetmesi, kınamasıdır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh (levvâmeti).
Ve hayır, levvâme (kınayan) nefse yemin ederim.
Burası 2. gök katını gösterir. Levmedilen, kınanan bir nefs var ortada. Kişinin nefsinin kalbinde 2. defa %7 fazl birikimi gerçekleşmiştir. Bundan sonra kişi zikrini daha da artıracaktır. Ya da daha doğru ifadeyle, Allah onun zikrini daha çok arttıracaktır ve kişi 3. defa %7 nur birikimine ulaşacaktır. Nefs-i Mülhime'dir.
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
Burası, o kişinin aldığı ilhamı gösterir.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
İşte burada ruhun Allah'a ulaşması, o tezkiyenin tamamlandığı noktadır. Muzemmil-8'de aynı paralelde bir sonuç var: " Kim nefsini tezkiye ederse andolsun ki o felâha erer."
3. gök katında mülhime bir nefs vardır, Allah'tan ilham alır. Bu kişi Allah'tan ilham almaya başlar.
"Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ." Sonra ruh 4. kata kadar ulaşır.
1. gök katında açıkta secde eden diğer ruhlarla beraber olan ruh, 2. gök katında suvarılma havuzlarında suvarılır. 3. gök katında 2 katlı bir köşk mescidin içine ulaşır. 4. katta Beyt-ül Makdes'in
içinde secde eder. 5. katta Beyt-ül Haram'ın içinde secde eder. 6. katta sıbgatullah olma mahallinde, derileri açık yeşil beyaz bir renge bürünür ve sıbgatullah olduktan sonra o kişinin ruhu 7. gök katına çıkar. Kendisine bir cübbe giydirilir, hilat giydirilir; eline kılıç verilip fethe çıkar. O kılıçla 7. gök katındaki 7 tane -yaklaşık 1'er metre uzunluğundaki- kalın altın zincirin orta noktasına gelip, elindeki o kılıçla bir defa vurur, kılıç zinciri ikiye ayırır ve arkadaki altın kapı da açılır. O kişi kendisiyle olanlarla birlikte 7. gök katının üstüne çıkar.
7. gök katında tavandan geçerek üst katına çıkar ve de oradan;
1- Kader hücrelerini görür.
2- Ümmülkitabı görür.
3- Kudret denizini görür.
4- Makam-ı Mahmud'u görür.
5- Divan-ı Salihîn'i görür.
6- Zikir hücrelerine gelip zikrini tamamlar.
7- Sidretül Münteha'ya ulaşır. Oradan dikey bir yolculukla Allah'ın Zatı'na ulaşır.
Bu kişinin zikri 33 bin zikre ulaşmıştır. Allah'ın ismiyle zikretmiştir. "Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ (tebtÎlen): Allah'ın ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) ulaş."
Herşeyden kesilmiş, zikrini günde 3 saaatin ötesine çıkarmış bir kişi 7 tane gök katını aşacak bir seviyeye ulaştırmıştır ve bu, günde o kişinin belli süre zikretmesini sağlar.
7-8 aylık bir devrede kişi zikrini öyle bir noktaya ulaştırmalı ki; nefsinin kalbi %51 nura ulaşabilsin. 7 defa %7 nur (fazl) birikiminde kişinin nefsinin kalbi %49 (fazl)+2 (başlangıçtaki rahmet nuru); toplam %51 nurla bezenir. Ruh Allah'ın Zatı'na ulaşır, Allah'ın Zatı'nda yok olur. İşte bu vuslattır! Kişi herşeyden kesilerek Allah'a ulaşmıştır. Ruh, Allah'ın Zatı'nda yok olmuştur.
Hedefe ermemiz için sebep yok.
Allah'a ulaşmayı dilerseniz Allah da sizi Kendisine ulaştırır.
Allah'a ulaşmayı dileyen herkes bu hedefe ulaşabilir.
Allah hepinizden razı olsun.
[post_ads_2]
YORUM